Politics

Gelmekte olan enternasyonalizm

Bugünün çöken dünyasında yeni bir enternasyonalizm talebi yalnızca başka bir çağın nostaljik yansıması değil, aynı zamanda hızla yaklaşan gelecekle yüzleşme zorunluluğudur
Basın, internet portalları ve sosyal ağ profilleri, son aylarda Kito'dan Hong Kong'a uzanan protesto dalgasını anlama ve açıklama girişimlerini haftalardır çoğaltıyor. Çoğu durumda benzer tanılar konuyor: Bu küresel protesto dalgası, gezegenin her yanında sürekli artan toplumsal kutuplaşmanın sonucu.

Kutuplaşmaya cevaben, artan ekonomik eşitsizlik ve egemen sınıflara duyulan düş kırıklığına karşı yinelenen itirazlar yükseliyor. Toplam gelirin çeyreğinin nüfusun yüzde birinde yoğunlaştığı Lübnan'da yüz binlerce kişi, Whatsapp çağrılarına yönelik yeni vergi açıklanınca protesto etmek için Beyrut'un Şehitleri Meydanı'na akın etmişti. Bunu öyle bir istikrarsızlık takip etti ki Başbakan Saad Hariri'nin istifa etmesine ve silahlı örgüt Hizbullah'ın liderliği altında muhalefet partilerinin yeni bir hükümet kurmasına yol açtı.

OECD'deki en yüksek Gini katsayısına (eşitsizliği ölçen gösterge) sahip başkent olan Santiago'daki toplu taşıma ücretlerine yapılacak zammın duyurulması, Şili'de 30 yıldır düzenlenen en büyük protestoların fitilini ateşleyerek Devlet Başkanı Sebastián Piñera'nın kabinesini ve Augusto Pinochet'nin askeri diktatörlüğü esnasında ülkede tesis edilen neoliberal modelin zaferi hakkındaki mutabakatı sarstı.

Fakat protesto hayranları, kutuplaşma ve huzursuzluğun sadece ilerici kesimlerin hareketlenmesine yol açmadığına, aynı zamanda birçok türden ulusal, bölgesel ve etnik şovenizmi de körüklediğine dikkat etmeli. Brexit'in, Jair Bolsonaro faşizmiyle Hindistan'da Narendra Modi'nin üstün milliyetçiliğinin, ABD'de Donald Trump'la Rusya'da Vladimir Putin'in Santiago'daki, Port-au-Prince'teki, Hong Kong ve Beyrut'taki ayaklanmaların öteki yüzü olduğu açık. Küresel kızgınlık herhangi bir kesimin mülkü olarak kalmıyor ve hem sağı hem de solu besliyor.

Çağdaş toplumların bu küresel kızgınlık ve öfke dalgalarıyla başa çıkma mekanizmalarına sahip olmadığı giderek netleşiyor. Liberal gözlemciler, ekonomik çöküşün ve küresel ısınmanın yarattığı zorluklarla yüzleşmek için küresel "yönetim" üzerinden düşünme ihtiyacından söz ederken dünyanın dört bir yanındaki yerelci politikalar, eş zamanlı bir şekilde milliyetçiliğe ve mezhepçiliğe yöneliyor. İyi niyetler dışında gerçekten küresel olan yegane yapı, aslında piyasanın yapılarıdır: Örneğin büyük şirketlerin, organize suç şebekelerinin ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kurumların piyasa yapıları.

Sermayenin ulusaşırı teşekkülüne rağmen sol, enternasyonalist gündem arayışını uzun zaman önce terk etti. Mümkün tek senaryoda yerel direniş ve en iyi örneklerde de değişken, konjonktüre bağlı, geçici talepler etrafında örgütlenen kısa ömürlü bölgesel ittifaklar var.

Bazıları iklim değişikliği protestolarında enternasyonalist bir örgütlenme platformunun ve direnişin mümkün olduğunu görüyor. Oysa bu meseleyi dert edinmiş çeşitli hareketler, gündemlerini Kuzey Atlantik'in kentsel bölgeleri dışında ifade etmeyi başaramadı. Dahası, bu protestoya dair kısıtlamalar Birleşik Krallık (BK) gibi ülkelerde de süratle belirgin hale geliyor. Londra'da 2018'deki protestolarda ortaya çıkan ve internet sitesinde kendini gezegenin yok olma olasılığına karşı küresel bir hareket olarak tanıtan Extinction Rebellion (Yokoluş İsyanı) Hareketi'ne dair yakın zamanda yaptığı yorumda aktivist Athian Akec şunları söylüyor: "Medyanın iklim değişikliğine karşı öğrenci grevleri haberlerine baktığımda gördüğüm tek şey beyaz suratlar oluyor" ki bu, "Britanya toplumdaki çeşitliliğinin doğru bir yansıması" olmaktan çok uzak. Akec soruyor: "Eğer iklim değişikliğinin etkilerini en çok Küresel Güney hissediyorsa, bu harekette oralardan neden bu kadar az kişi düşüncelerini ifade ediyor?"

Aynı zamanda ekolojik örgütlenme, iklim değişikliği karşıtı aktivistlerin öngördüğü distopik geleceğin gezegenin üçte ikisi için yıllar önce başladığı gerçeğini genellikle görmezden geliyor. Silahlı çatışma, denetimsiz sanayileşme, hayvancılık, endüstriyel tarım ve ölçüsüz şehirleşmeyle bitap düşen engin Küresel Güney topraklarının anlık hayatta kalma sorunları, insanların günlük mücadeleleriyle kentsel alanlarda ve birinci dünya sınırları içinde kurulan siyasi gündemler arasındaki bağlantı hakkında düşünme olasılığına gölge düşürüyor.

Bu zorluklar, hem son küresel protesto dalgasının taleplerini ve enerjisini birleştirebilen hem de aynı zamanda ideolojik faşizmin yükselişine direnebilen bir enternasyonalizme duyulan ihtiyacı vurguluyor.

İlk önemli adım, bu küresel krizin kalbindeki tanımlanabilir ve çoğu durumda iyi bilinen üretim yapılarını ifşa ve analiz etmek, bunu mevcut tartışmanın ve siyasi tahayyülün merkezi haline yeniden getirmektir. Bunun demokrasi, yönetim ya da tüketici alışkanlıkları sorunu olmadığını anlamamız gerekiyor. Şu anda karşı karşıya olduğumuz şey, kapitalizmin ne sürdürülebilir ne demokratik ne de eşitlikçi olamayacağını kabul etme gereksinimidir. Aksine, periyodik ve giderek daha da güçlenen mülksüzleştirme, hüsran ve şiddet dalgaları yaratma kapasitesini artık yüzyıllardır gösteriyor.

  1. yüzyıl liberal tahayyülünün öne sürdüğü özgürlüğün, özel mülkiyetin ve bireyciliğin insanlığın büyük kısmına mutluluk ve ilerleme getireceği öngörüsü yerle bir oldu. Bunun açığa çıkardığı enerjiler küresel erişimin kanalları ve ağları aracılığıyla kontrolsüz şekilde hareket ediyor. Bununla birlikte bugünü eski düzenin çöktüğü an ya da gelecek çağın mitolojik kökeni ilan edecek kadar aceleci davranamayız. Sermayenin ve sağ kanadın bu durumdan faydalanmayı sağlayacak gündemi oluşturmak için bolca kaynağı var.

Üstelik, solun enternasyonalist düşünceden vazgeçtiği de trajik biçimde bariz. Bu uğurda 20. yüzyılın büyük antiemperyalist, enternasyonalist sol projelerini şekillendiren ideallere ve örgütlenme süreçlerine bakmamız iyi olur. Pan-Afrikanizm'den Üçüncü Dünyacılık'a, Bağlantısızlar Hareketi'ne ve Tricontinental antiemperyalizmine zengin bir hareket mirasına sahibiz ki bunlar, ideolojik yelpazenin iki tarafındaki demagoglar bizi aksine inandırmaya çalışsa da yolsuzluk ya da zulüm yüzünden başarısızlığa uğramak şöyle dursun, onlarca yıldır küreselleşme adını verdiğimiz meselenin öteki yüzü ve kurbanı oldu.

Tarihin sonunun nihai aşamasına ve hükmü sona ermiş 20. yüzyıla ait tipik eski davranış kalıplarının, söylemlerinin ve seferberliğinin yeniden kullanılmasına tanık oluyoruz. Neofaşizm, Soğuk Savaş liberalizmi, bölgeselcilik ve milliyetçi şovenizm yeniden canlanıyor. Bugünün dünyası, Endonezya Devlet Başkanı Ahmed Sukarno'nun 1955 Bandung Konferansı'ndaki açılış konuşmasını mealen alıntılamamıza müsaade ediyor: "Karşı konulmaz güçler tüm kıtaların altını üstüne getiriyor. Yeni koşullar yeni kavramlar getiriyor, yeni sorunlar da yeni idealler."

Üçüncü Dünya projesinin asli idealleri, nükleer silahsızlanma ve emperyalist taarruzların sona ermesi olarak algılanan barış; kârın insandan daha değerli addedilmediği yeni uluslararası ekonomik düzen; müşterek toplumsal kalkınmaya dair uluslararası bir projenin sonucu olarak hayal edilen adalet; ırkçılığa, milliyetçiliğe ve bölgeselciliğe karşı doğrudan saldırmaktı. Bunların hepsi mevcut duruma da güçlü bir şekilde hitap ediyor.

  1. yüzyılın antiemperyalist enternasyonalizmlerinin belki de en önemli dersi, yeni küresel düzeni düşünmenin mümkün ve acil olduğuna dair inançtır. Ekmek, barış ve adalet garantisi verebilecek bir düzen. Bugünün çöken dünyasında yeni bir enternasyonalizm talebi yalnızca başka bir çağın nostaljik yansıması değil, aynı zamanda hızla yaklaşan gelecekle yüzleşme zorunluluğudur.

Daniel Kent Carrasco Meksikalı bir tarihçidir.

Fotoğraf:

Available in
EnglishSpanishGermanPortuguese (Brazil)RussianFrenchTurkish
Author
Daniel Kent Carrasco
Translator
Independent Tr
Date
10.05.2020
Source
Revista ComúnOriginal article🔗
Privacy PolicyManage CookiesContribution SettingsJobs
Site and identity: Common Knowledge & Robbie Blundell