Statements

Dağlık Karabağ Savaşına Karşı

Ermenistan’da solcular Kafkasya halkları için milliyetçiliği aşmış, çoğulcu ve sürdürülebilir bir ortak yaşam çağrısı yaptı.
Yaşamı merkeze koyan, enternasyonalist, kendi kendini yöneten ve özerk toplulukların olduğu bir siyasi ortamın hayalini kuruyoruz.

Editörün notu: Geçtiğimiz haftalarda, uzun süredir kaynamakta olan Kafkasya’nın Dağlık Karabağ bölgesindeki çatışmada, kanlı bir kızışma gördük. Bir tarafta Ermenistan ve bölgenin etnik olarak Ermeni çoğunluğu; diğer tarafta ise yayılmacı Türkiye tarafından desteklenen Azerbaycan’ın yasal yöneticileri. Bu çatışmanın kökeni Ermeniler ve Azeriler arasındaki ezeli nefrete dayanmıyor. Buna mukabil, bu durum bölgenin yerli halkını rastgele sınırlarla ayıran tarihi şartların bir ürünü. Çoğu savaş gibi, silah üreticileri kar edip yönetici sınıf milliyetçi söylemlerle destek toplarken, savaşın bedelini emekçi sınıf ödüyor. Daha uzun bir sürümü İlerici Enternasyonal’in Ağ’ında Ermenistan merkezli üye Sev Bibar tarafından yayınlanan aşağıdaki bildiri, yazarın; çatışma, çatışmanın kökeni, bölgede barış ve adalete giden yol hakkındaki kişisel düşüncelerini içeriyor.

“Güney Kafkasya”nın denize kıyısı olmayan “Dağlık Karabağ”’ bölgesiyle ilgili bir ihtilaf olan Karabağ sorunu; Sovyetlerin erken zamanlarında bölgede yerli Ermeni halk yaşarken, kontrolünün petrol zengini Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne (SSC) verilmesine dayanıyor. Azerbaycan SSC’nin on yıllar süren baskıcı, yerleşimci ve sömürgeci politikalarının ardından, Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi, Azerbaycan’dan ayrılıp Sovyet Ermenistan’a katılmak üzere oy kullandı. Bu kendi kaderini belirleme girişimleri, birçok Azerbaycan şehrinde Ermeni karşıtı kıyımlarla sonuçlandı. Gerilim, yerini hızlıca taraflar arasında gerilla savaşına ve kısa sürede Karabağ’da topyekün bir savaşa bıraktı. 1994’te sona eren savaşın sonucunda Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi ve komşu 7 bölge Ermeni güçlerinin kontrolünde kaldı.

1994’teki ateşkesten bu yana savaş tehlikesi Ermenistan, Karabağ ve Azerbaycan halklarını sosyal, siyasi ve ekonomik konularda; bağımsız ve sömürgecilikten uzak kararlar almaktan mahrum etti. On yıllardır bu ülkelerde yozlaşmış ve seçimle gelmeyen hükümetler; yağmacılık ve baskıcılık yapıp insanlara şiddet uygulayarak siyasi ilerleme kaydedilmesinin önüne geçtiler.

Yolsuzluk, otoriterleşme, ağır metal ve fosil yakıt madenciliği ve kitle imha silahı ticaretinden çıkar sağlayan Ermenistan, Azerbaycan, Rusya ve Türkiye yönetici sınıflarının kullandığı sömürü ve baskı teknikleri; savaş ve erkek egemenliğin yüceltilmesi ile bezenerek, sorundan etkilenen bölge halklarının sınırlar arası ve uzun vadeli dayanışma ihtimalini yok etti.

Bu ülkelerin her birinde azınlığı oluşturan siyasi elitler ve yönetici sınıflar, mazlum halklarla kurdukları dayanışmadan çok daha fazlasını birbirleriyle kurup, kapatılmış sınırlar arasındaki ateşkesi sona erdirerek karşıt fikirleri susturdular. Zenginler maddi bedelini öderken, halkların en yoksul kesimlerinden gelen askerler hizmetleri süresince şiddete, suistimale, intiharlara ve cinayetlere maruz kaldılar.

Barışçıl çözüm ihtimalleri, temsilciler üzerinden görüşülüp, gizli diplomatik toplantılara gömülürken sonuç; silah tüccarı emperyal güçlerin ve bu ülkelerdeki uydularının karlı çıkacağı şekilde, 30 yıllık statükonun korunması oldu.

Ermenistan, Karabağ ve Azerbaycan halkları birbirlerine ırkçı ve yabancı düşmanı bir söylemle yaklaştı. Eskiden, Sovyetler döneminde, “ulusal kardeşlik” politikasıyla az ya da çok bastırılmış olan etnik ve dini düşmanlık, üç jenerasyon büyürken yeniden canlandı. Faşizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, özellikle Azerbaycan’da oldukça yükseldi. Resmi söyleme yansıyan bu durum, Aliyev’in 2015 yılında attığı tweet’te, “Ermenistan bir sömürge bile değildir, bir hizmetçi olacak kadar değeri yoktur” şeklinde konuşmasında görülebilir. Uygulamada ise, Azerbaycan ordusunda subay olan Ramil Safarov’un, Budapeşte’deki NATO eğitim seminerinde Ermeni teğmen Gurgen Margaryan’ı baltayla öldürmesi, ve daha sonra affedilip, kahraman ilan edilip, başkan Aliyev tarafından terfi ettirilmesi örnek olarak gösterilebilir.

Azerbaycan bir diktatörlük olmaya devam ederken, Ermenistan halkı kısır döngüyü kırmak için 2018 yılında eylemlere başladı. Bu eylemler, kleptokratik oligarşiden barışçıl bir şekilde neoliberal bir nizaman geçişle sonuçlandı. Yeni kurulan demokratik hükümet, yetersiz kalsa da, yağmalanan kamu kaynaklarını onarmayı defalarca denedi. Ancak, burjuva demokrasisine dayanan ve sömürgeciliği, neoliberalizmi, çevresel tahribatı reddetmeyen her ulusal “devrim” yenilmeye mahkumdur. Er ya da geç başa dönüş riskiyle karşı karşıyadır. Söylemeye bile gerek olmadığı şekilde, otokratik bölgesel güçler bu başa dönüş için belki darbeler belki de savaşlarla çaba harcamaya hevesli olacaktır.

27 Eylül 2020’de, Azerbaycan diktatörlük rejimi, “Ermeni işgalini sona erdirme” ve “bölgesel bütünlüğü sağlama” hedefleriyle Karabağ’a karşı Türkiye destekli bir savaş başlattı. Saldırıyı kimin başlattığı sorusu ne yoruma açık ne de birçok merkeziyetçinin veya “tarafsız” görüşün ileri sürdüğü gibi fikir yürütülebilecek bir konu. Tersine, kayıtları göz önüne almamızı gerektiren bir soru. Mart ayından beri düşen petrol fiyatlarından dolayı kendini gittikçe şiddetlenen siyasi ve ekonomik bir çıkmazda bulan Azerbaycan başkanı Aliyev’in baskıcı rejimi, bir kez daha, savaş ve milliyetçilik kartını oynayarak halkın dikkatini Karabağ’a çekmeye karar verdi.

SAVAŞIN KAZANANI OLMAZ

Yarışan milliyetçiliklerin savaşında, çıkar sağlayanlar dışında kazanan olmaz. Savaşın yüceltilmesinin kökeni, sürdürülmesi için millyetçi savaş ve savaşın ideolojik hegemonyasına ihtiyaç duyan ataerkilliğe dayanır. Yeni bir savaş; yeni bir nefret dalgası, uzlaşma ve güvene kapıların kapatılması ve emperyalist yayılmacılığa karşı çıkan marjinalleşmiş seslerin hedef haline gelmesi demektir. Diğerleri gibi bu savaşın vahim çevresel etkileri de olacaktır. Madencilik yüzünden zaten hasara uğramış olan dünyanın bu kısmı şimdi her gün tahrip ediliyor.

Bugün izin verilen dayanışma yolları sadece, beraber ölmek, savaş bölgesinden göç edenler için yer ve yardım hazırlamak, cinsiyet dayanışması ve fiziki, psikolojik ve ekolojik keşmekeşi iyileştirip temizlemekten ibaret. Gençliğimizden beri bedenlerimiz bize ait değil, sadece çatışmanın hizmetçileri konumunda. Bu döngünün bitmesi lazım. Somut bir barış yanlısı ve anti-faşist siyasi harekete ihtiyacımız var.

Şimdiye kadar bu tarz bir hareketi kuramamanın sebepleri arasında a) milliyetçilik, ataerkillik, kapitalizm ve militarizmi eleştirisinin hala marjinal ve bastırılmış bir söylem olması, b) savaş karşıtı tutumun; yabancı askeri saldırılar ve yayılmacı söylem sebebiyle uygulanabilir olmaması, c) halihazırda marjinal olarak görülen barış yanlısı söylemin çoğunlukla güç dinamiklerini, bağlamları ve gerçeklikleri homojenize edip eşitlemesi ve d) Ermenistan’da milliyetçilik karşıtı ve enternasyonalist tutumların çoğunlukla; hatırası geniş sol politikalara yer bırakmayan Sovyetler deneyimiyle özdeşleştirilmesi olarak sıralanabilir. Bu alanların bölgede açılabilmesi için, sömürgecilikten kurtulma çabasının Azerbaycan, Türkiye ve Rusya’da kazanan demokratik ve işçi güçleriyle koordineli şekilde yürütülmesi gerekiyor.

SÖMÜRGE KARŞITI, ANTİ-FAŞİST VE ANTİ-FAŞİST EKOFEMİNİST BİR HAREKETİN TAM ZAMANI

Azerbaycan’ı taarruzu durdurmaya çağırıyoruz: bu anlaşmazlık askeri olarak çözülemez.

Ulus ve bölge temelli ideolojik çatıları insan ve hakları temel alan yapılarla değiştirme çağrısı yapıyoruz. Devletlerin değil, insanların hakları. Bu çatışma, sadece bölgesel bütünlükle alakalı yasal prensipler üzerinden yorumlanmaya devam edilemez.

Herkesi Karabağ’ın kendi kaderini belirleme hakkını tanımaya davet ediyoruz. 20. Yüzyılın başında çizilmiş olan sınırların Karabağ’ın çoğunluğunun haklarını hiçbir zaman yansıtmadı. Bu sınırlar; bölgede sürekli savaşa ve insanların yurdundan edilmesine sebep olacak şartları hazırladı.

Her iki tarafın mültecilerinin evlerine dönme hakkını ve askeri şartların ortadan kaldırıldığı, toplumların karşılıklı nefretten arındığı, ortak ve somut güvenlik garantilerinin oluşturulduğu, ve faşist emperyalist güçlerin bölgeden el çektirildiği bir ortamda kendi kaderlerini belirleme haklarının önemini vurguluyoruz.

Yayılmacı ve tümcü yaklaşımların yerini milletler ötesi yaklaşımlara bırakma çağrısı yapıyoruz.

Geçmiş soykırımları ve katliamları; isim vermek gerekirse Ermeni Soykırımını, Şuşa katliamını, Sumgayıt, Kirovabat, Bakü kıyımlarını ve Hocalı katliamını; gelecekte bunların yaşanmaması için çok taraflı olarak tanınması çağrısı yapıyoruz.

Azerbaycan’da, Türkiye’da ve ötesinde, sesini bu savaşa karşı yükselten tüm yoldaşlarımızla dayanışmamızın altını çiziyoruz.

Barış çağrısı ve askeri yönetime son verme çağrısı yapıyoruz. Sömürgeci askeri-endüstriyel tesisler, ağır metal madenciliği ve fosil yakıt endüstrilerinin desteklediği silah ticaretinin ilgası için sesleniyoruz. Ağır metal madenciliği ve fosil yakıt kullanımının tüm dünyada durdurulması için sesleniyoruz.

Dayanışma çağrısı ve sınırlardan, kimliklerden ve sınıflardan bağımsız olarak beraber barış içinde yaşama çağrısı yapıyoruz.

Hem insanların hem de tüm canlıların yaşama hakkına saygı duyan bir egemen siyasi prensip çağrısı yapıyoruz.

Faşizmin, kapitalist sistemin diktatörlük iştahının; bölgemizde ve ötesinde sona erdirilmesi için enternasyonal bir mücadele çağrısı yapıyoruz. Baskıcı milliyetçiliği ve ilgili tüm propaganda çeşitlerini itham ediyoruz.

Kafkasya halkları için hayalimiz; yaşamı merkeze koyan bir siyasi ortamda milliyetçiliği aşmış, çoğulcu, sürdürülebilir ortak bir yaşamı; enternasyonalist, kendi kendini yöneten ve özerk toplulukların kurulmasıyla sağlanmasıdır.

Bu bildiri bir İlerici Enternasyonal üyesi olan “Sol Direniş” üyeleri tarafından kaleme alınmıştır.

Available in
EnglishGermanFrenchRussianSpanishPortuguese (Brazil)Italian (Standard)TurkishPortuguese (Portugal)Hindi
Translator
Halit Çetinkaya
Date
06.11.2020
Source
Original article🔗
Privacy PolicyManage CookiesContribution SettingsJobs
Site and identity: Common Knowledge & Robbie Blundell