Palestine

Dünya Filistinlilerin kanından nasıl zenginleşiyor

Birleşmiş Milletler raporu, büyük şirketlerin İsrail işgalini ve Filistinlilere yönelik şiddeti nasıl mümkün kıldığını ve bundan nasıl kâr elde ettiğini ayrıntılı biçimde ortaya koyuyor.
BM Özel Raportörü Francesca Albanese tarafından hazırlanan bir rapor, Amazon, Google, Lockheed Martin ve Palantir gibi çok uluslu şirketleri. yerleşimlerin genişletilmesini, askerî operasyonları ve gözetim faaliyetlerini kolaylaştıran teknoloji, altyapı ve finansal destek sağlayarak. İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki politikalarını doğrudan desteklemekle ve bu politikalardan kâr elde etmekle suçluyor.

Birleşmiş Milletler Özel Raportörünün raporunda, Filistin halkına yönelik soykırımcı politikaları destekleyen ve bunlardan doğrudan kâr elde eden küresel bir şirket ağı açığa çıkarılıyor. Francesca Albanese, Birleşmiş Milletler’in 1967’den bu yana İşgal Altındaki Filistin Topraklarında İnsan Hakları konusundaki Özel Raportörü olarak, 16 Haziran 2025 tarihinde “İşgal Ekonomisinden Soykırım Ekonomisine” başlıklı 39 sayfalık bir rapor yayımladı. Bu rapor, Amazon, BlackRock, Google, Lockheed Martin ve Volvo’nun da aralarında bulunduğu büyük, çok uluslu şirketleri. İsrail’in Filistinlilere yönelik işgalinden ve soykırımından faydalanmakla açıkça suçluyor. Bu şirketler, başta Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) olmak üzere seçkin üniversitelerle birlikte hareket ediyor. Filistinlilerin sistemli biçimde yerlerinden edilmesini ve yerlerine İsrailli yerleşimcilerin geçirilmesini amaçlayan projelere çeşitli şekillerde yatırım yapıyorlar.
Albanese konuşmasını açık bir çağrıyla sonlandırdı: “Soykırımdan kâr elde etmeyi bırakın ve İsrail’le olan bağlarınızı kesin.”
9 Temmuz’da ABD Dışişleri Bakanlığı, Albanese’ye yaptırım uygulayarak ABD’deki mal varlıklarına erişimini engellediBakanlık, kararını gerekçelendirirken Albanese’nin “kamuoyunda antisemitizmi teşvik ettiğini, terörizmi desteklediğini ve ABD, İsrail ve Batı’ya açık bir nefret gösterdiğini” iddia etti. Birleşmiş Milletler, bu adımın “tehlikeli bir emsal oluşturduğunu” belirterek tepki gösterdi. BM Sözcüsü Stéphane Dujarric, “özel raportörlere veya herhangi bir BM yetkilisine yönelik tek taraflı yaptırımların kabul edilemez olduğunu” vurguladı. Öte yandan, Albanese bu konuda bir ilk değil. Washington, aynı başkanlık kararnamesi kapsamında Haziran 2025’te Uluslararası Ceza Mahkemesi yargıçlarına da yaptırım uygulamıştı.
ABD’nin üst düzey BM yetkililerine ve kurumlarına yönelik yaptırımları büyük bir medya yankısı uyandırarak Francesca Albanese ve ekibinin raporundaki temel bulguların tartışılmasını gölgede bıraktı. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, yaptırımları politik bir araç olarak kullanmak ve manşetlerde en çok konuşulan konu haline getirmek istedi ve bu konuda da büyük ölçüde başarılı oldu. Böylece raporun ortaya koyduğu asıl temel soru ikinci planx”a itildi ve tartışmalar tek bir noktaya indirgenmiş oldu: ABD’nin Birleşmiş Milletler yetkililerine yaptırım uygulamasının meşruiyeti.

Bulutta Soykırım

Albanese’nin raporu, büyük çok uluslu şirketlerin soykırımdan kâr elde etme sürecine dâhil olduğunu ortaya koyuyor. Bu şirketler; inşaat, eğitim, finans, hizmet ve silahlanma gibi farklı sektörlerde faaliyet gösteriyor. Bunlar arasında, Lockheed Martin gibi dev silah şirketleri öne çıkıyor. Amerikan Dostluk Hizmetleri Komitesi (AFSC) bu şirketlerin tam listesini hazırladı. Ancak Amazon’a ilişkin bölüm, hikâyenin özünü özetliyor: İsrail askerî istihbaratı, Gazze nüfusuna dair devasa miktarda veriyi depolamak için “Amazon Web Services” (AWS) sunucularını kullanıyor.
2021 yılından bu yana Amazon, İsrail hükümetiyle birlikte “Nimbus” projesi kapsamında 1,2 milyar dolarlık bir sözleşmeye taraf durumda. Google da bu projede bir ortak konumunda. Bu sözleşme uyarınca, tüm devlet kurumlarına bulut bilişim hizmeti sağlanması gerekiyor: ordu, Şin Bet (iç istihbarat), polis, Cezaevi İdaresi, İsrail Havacılık ve Uzay Sanayii (IAI) ile Rafael Gelişmiş Savunma Sistemleri Ltd. gibi silah üreticileri ve hatta işgal altındaki Batı Şeria’daki yasadışı yerleşim projelerinden sorumlu kurumlar.
Albanese’nin raporu “Nimbus Projesi”ne atıfta bulunarak bu projenin temel finansman kaynağının İsrail Savunma Bakanlığı olduğunu belirtiyor. Raporda ayrıca Microsoft, Alphabet (Google’ın ana şirketi) ve Amazon’un İsrail’e neredeyse sınırsız düzeyde bulut bilişim ve yapay zekâ teknolojilerine erişim sağladığını ve bu sayede İsrail’in veri işleme, karar alma, izleme ve analiz yeteneklerinin güçlendiği ifade ediliyor. Ekim 2023’te, İsrail’in iç askerî bulut sistemi kapasitesini aştığında, Microsoft “Azure” platformu aracılığıyla ve “Nimbus” koalisyonu kapsamında hayati öneme sahip bulut bilişim ve yapay zekâ altyapısı sağladı. İsrail’de bulunan bu sunucular, veri egemenliğini ve hesap verebilirlikten muafiyeti garanti altına alıyor, esnek sözleşmeler sayesinde neredeyse hiçbir denetim veya kısıtlama uygulanmıyor. Temmuz 2024’te bir İsrailli albay, bu şirketleri örnek göstererek, bulut teknolojisinin kelimenin tam anlamıyla bir silah olduğunu ifade etti.
Teknoloji şirketlerinin rolünün, İsrail işgaline ve onun soykırım araçlarına bilgi sağlamakla sınırlı olmadığı, aynı zamanda, savaş suçlarına ilişkin herhangi bir uluslararası mahkeme önünde kesin delil niteliği taşıyabilecek kritik verileri koruyarak İsrail’e bir tür “dokunulmazlık zırhı” kazandırdığı açıkça görülmektedir.
Albanese’nin raporu, İsrail ordusunun bilişim ve bilgi sistemlerinden sorumlu birimi olan Bilgi İşlem ve Sistem Merkezi Komutanı Albay Racheli Dembinsky’yi kaynak göstermektedir. Tel Aviv yakınlarındaki Rišon LeZion kentinde düzenlenen “İsrail Ordusu Bilgi Teknolojileri Konferansı”nda konuşan Dembinsky, ordunun artık Amazon Web Services, Google Cloud ve Microsoft Azure gibi dünya çapındaki teknoloji devlerinin sağladığı bulut depolama ve yapay zekâ hizmetlerine doğrudan bağımlı hale geldiğini açıklamıştır. Dembinsky ayrıca, orduya bağlı “Mamram” adlı birimin, iç sunucularında bir “işletim bulutu” kullandığını ve bunu “bir silah platformu” olarak değerlendirdiğini belirtmiştir. Şu ana kadar, bu şirketlerin soykırımdan elde ettikleri kârın miktarına dair kamuoyuna açıklanmış herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

2024 yılında, Amazon ve Google çalışanlarının bir kısmı New York’ta “No Tech for Apartheid (NoTA)” adlı bir kampanya başlattı. Google İsrail temsilcisi Barak Regev’in konuşması sırasında, Google Cloud’da çalışan bir kadın yazılım mühendisi, herkesin önünde ayağa kalkarak şu sözleri söyledi: “Soykırımı teşvik eden, apartheid rejimini destekleyen veya gözetimi güçlendiren bir teknoloji inşa etmeyi reddediyorum.” Şirket yönetimi bu çıkışa sert bir şekilde karşılık verdi ve kampanyayla bağlantılı onlarca mühendisi işten çıkardı. Ancak bu baskı, kampanyayı bastırmaya yetmedi; NoTA hareketi protestolarını sürdürdü ve yeni eylemler örgütlemeye devam etti.The 

Körler

2003 yılında, Peter Thiel bir grup ortağıyla birlikte, adını “Yüzüklerin Efendisi” eserinden alan bir teknoloji şirketi olan “Palantir”’i kurdu. Şirketin ismi, uzaktan olup biteni gösteren “kristal küre”ye (crystal ball) yapılan bir göndermedir.
Muhafazakâr-libertaryen eğilimleriyle ve “Batı medeniyeti” olarak tanımladığı kavrama duyduğu derin inançla tanınan Thiel, güvenlik ve askerî sözleşmeler alanına yönelmeden önce servetini “PayPal” ve “Facebook” üzerinden edinmişti. “Palantir”in ilk büyük yatırımcısı, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) girişim sermayesi fonu olan “In-Q-Tel” olmuştur. 2015 yılından bu yana şirket, İsrail’deki faaliyetlerini genişletmiş; özellikle ordu ve istihbarat sektörleriyle yakın ilişkiler kurarak veri analizi, entegrasyon hizmetleri ve yapay zekâ uygulamaları sağlamıştır. Aralık 2023’te, soykırımın ilk aşamasının başlamasıyla birlikte, şirketin CEO’su Alex Karp, Fox Business kanalına verdiği röportajda şu ifadeyi kullanmıştır: “Biz İsrail’de ünlüyüz.”
12 Ocak 2024’te, “Palantir” İsrail askerî sanayisiyle ortaklık kurarak soykırıma destek vermeye başladı. O dönemde şirketin başkan yardımcısı olan Josh Harish, şu açıklamada bulundu: “Taraflar, Palantir’in ileri teknoloji altyapısını savaşa ilişkin görevleri desteklemek üzere seferber etme konusunda anlaşmaya vardı.”
“Savaşa ilişkin görevler” ifadesinin açıkça soykırımı tanımladığı söylenebilir, nitekim Uluslararası Adalet Divanı da 26 Ocak 2024 tarihinde bunu teyit etmiştir.
Şirkete bağlı “Titan” adlı sistem, “nokta atışı hedefleme” amacıyla kullanılmıştır ancak Gazze’deki sivil kayıpların sayısı dikkate alındığında, bu sistemin “doğruluğu” esasen sivil olmayanları değil, sivilleri öldürmede kendini göstermiştir. 30 Nisan 2025’te, Hill & Valley Forumu sırasında CEO Alex Karp, Filistinlilerin öldürülmesine dair bir soruya şu yanıtı vermiştir: “Palantir, teröristlerin büyük kısmının öldürülmesinden sorumludur, ve bu doğrudur.” Elbette bu doğru değil çünkü Gazze’de öldürülenlerin büyük çoğunluğu sivildir. (Birleşmiş Milletler’in 2008’den bu yana Filistinli ölümleri hakkındaki verilerine bakıldığında, eğer tüm ölümler Hamas ve İslami Cihad üyelerinden ibaret olsaydı, bu iki grup bugün çok daha güçlü askerî yapılara dönüşmüş olurdu.) Albanese raporu, Karp’ın 2024’te Tel Aviv’deki toplantıda ve 2025’te Hill & Valley Forumu’nda yaptığı açıklamalara dayanarak şu sonuca ulaşmıştır: “Bu ifadeler, İsrail tarafından gerçekleştirilen hukuka aykırı güç kullanımına dair yürütme düzeyinde bilgi ve kasıt bulunduğunun ayrıca bu eylemleri önleme ya da bunlardan çekilme yönünde hiçbir irade gösterilmediğinin kanıtıdır.”
“Palantir”in ABD’deki göçmenlerin sınır dışı edilmesi süreciyle bağlantısına ilişkin basın haberlerinin ortaya çıkmasının ardından, ülke genelinde şirket ofislerinin önünde protesto dalgaları patlak vermiştir. Göstericiler, şirketin Filistinlilere yönelik soykırımdaki rolü ile ABD devletiyle göçmenlerin sınır dışı edilmesindeki iş birliği arasında doğrudan bir bağ kurmuşlardır.

İşgalden Kâr Sağlamak

Birleşmiş Milletler ile uluslararası ve Filistinli kuruluşlar tarafından yürütülen onlarca yıllık araştırma, İsrail işgalinin şirketler için nasıl bir kâr madeni hâline geldiğini açıkça göstermiştir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) yayımladığı temkinli bir tahmine göre, İsrail Batı Şeria’daki doğrudan sömürüsü aracılığıyla yılda 41 milyar dolar kazanç elde etmektedir; bu da ülkenin gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYH) yaklaşık %7’sine karşılık gelmektedir. Ancak bu rakam, İsrail’in dolaylı yollardan yani sömürüye açık esir bir ulusun varlığından kaynaklanan avantajlardan sağladığı kazançları kapsamamaktadır.
2020 yılında Birleşmiş Milletler, Batı Şeria’daki yasadışı yerleşim faaliyetlerinden yararlanan şirketlerin veritabanını yayımladı. Bu şirketlerin çoğunun yerel olmasıyla beraber, listeye ABD merkezli “Airbnb”, “Expedia”, “TripAdvisor”, “General Mills”, “Motorola” gibi tanınmış uluslararası şirketlerin yanı sıra Hollanda merkezli “Booking.com” da dâhildir.
Bunun dışında “Who Profits” adlı internet sitesi, işgal ve soykırımın ekonomik sömürüsüne karışan şirketlere ilişkin ayrıntılı bir veri tabanı tutmakta ve özel analiz raporları yayımlamaktadır. Bu raporlardan biri olan “Yeşil Aklamayla Mülksüzleştirme: İsrail’in Yenilenebilir Enerji Sektörü ve İşgal Altındaki Doğal Kaynakların Sömürüsü” başlıklı 2024 tarihli rapor, yenilenebilir enerji alanındaki “yeşil aklama” (greenwashing) politikalarını açığa çıkarmıştır.
Ayrıca “Don’t Buy into Occupation Coalition (DBIO)”, Aralık 2023’te yayımladığı raporda, Avrupa finans kuruluşlarının yasadışı yerleşim projelerinin finansmanına dâhil olduğunu belgeledi.
10 Haziran 2025’te, Küresel Hukuki Eylem Ağı (GLAN), İrlanda-Filistin İttifakı “Sadaka” ve Filistinli kuruluş “Al-Haq” iş birliğiyle, Airbnb şirketine karşı İrlanda, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde dava açtı. Gerekçe, şirketin işgal altındaki Filistin topraklarında faaliyet göstermeye devam etmesiydi.
Airbnb, 2018 yılında “yaratılan etkiyi dikkate alacağını ve sorumlu davranacağını” açıklamış olsa da bu sözünü hızla bozdu. GLAN’a göre şirket, hâlen Batı Şeria’da 300’den fazla mülkü kiralama hizmeti kapsamında sunmaktadır. Bu kuruluşlara göre yaşananlar yalnızca işgali desteklemekle sınırlı değildir; aynı zamanda “İsrail savaş suçlarından kaynaklanan kara para aklamayı” da kapsamaktadır.
Bu suçlamaların ağırlığı, kara para aklamaya karşı katı yasal düzenlemelere sahip, İrlanda ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde daha da büyüktür. GLAN kıdemli avukatı Jerry Liston, konuyla ilgili olarak şunları belirtmiştir: “Bu dava, Birleşik Krallık’ta ve başka yerlerde kara para aklama yasalarının yasadışı yerleşimlerdeki ticari faaliyetleri kovuşturmak için kullanıldığı ilk örnektir. Bu durum, işgalden kâr elde eden şirketlerin üst düzey yöneticilerinin ciddi bir suçtan dolayı cezaî kovuşturma riskiyle karşı karşıya olduklarını göstermektedir.”
Bu şirketler yalnızca elde ettikleri mali gelirlerle işgalden kazanç sağlamakla kalmıyor. Aynı zamanda Filistin topraklarına el koyarak ciddi çevresel yıkımlara yol açıyorlar. Bunun çarpıcı örneklerinden biri, Tulkarm kenti yakınlarındaki çevreyi kirleten “Geshuri” tarım kimyasalları şirketidir. Şirketin faaliyetleri bölgedeki Filistin topluluklarında kanser, astım, göz ve solunum yolu hastalıklarının artışına yol açmaktadır. Bu örnek, Batı Şeria’daki genel durumu da yansıtmaktadır; zira İsrail şirketleri, kirletici, çıkarcı ve kâr odaklı uygulamalar yoluyla bölgenin doğal kaynaklarını sömürmektedir.
Filistinlilerin itaat altına alınması ve en temel haklarından yoksun bırakılması, gelişmiş casusluk teknolojilerinin geliştirilmesi için adeta açık bir laboratuvara dönüşmüştür. Bunun en bilinen örneği, Askerî İstihbarat Birimi 8200, İsrail üniversiteleri ve özel sermaye iş birliğiyle geliştirilen “Pegasus” casus yazılımıdır.
Bu program yalnızca Filistin’de kullanılmamıştır. Dünyanın farklı bölgelerindeki diktatörlük rejimleri tarafından da muhalifleri izlemek ve bastırmak amacıyla kullanılmış, 50.000’den fazla kişiyi hedef almıştır.
Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi (BDS)’ne göre, İsrailli siber güvenlik şirketleri 2020 yılında bu alandaki küresel yatırımların yaklaşık %31’ini ele geçirmiştir. Söz konusu şirketlerin satın alma anlaşmalarının toplam değeri 4,7 milyar dolar, ihracat gelirleri ise yaklaşık 6,85 milyar dolar olmuştur. Böylece İsrail, casusluk ve gözetim pazarında temel bir aktör hâline gelmiş; veri toplama ve işleme konusundaki uzmanlığını ihraç eder hâle gelmiştir.
Sunulan hizmetler arasında casus yazılımlar, yüz tanıma teknolojileri ve kullanıcı takibi araçları yer almakta; bunlar emniyet, seçim manipülasyonu ve benzeri alanlarda kullanılmaktadır.

Soykırımın Seçkinleri

Dikkat çekici olan, odak noktasının artık doğrudan şirket yöneticilerine kaymış olmasıdır. “Genocide Gentry”(Soykırımın Seçkinleri) projesi, Boeing, Elbit Systems America, General Dynamics, Lockheed Martin, Northrop Grumman ve RTX (eski adıyla Raytheon) gibi Pentagon’un başlıca yüklenicileri arasında yer alan savunma şirketlerinin üst düzey yöneticilerine ışık tutmaktadır.
Açık kaynaklı platform “littleSis” tarafından geliştirilen bu proje, söz konusu yöneticilerin isimlerini ortaya koymakta, diğer şirketlerle olan ilişkilerini izlemekte ve ardından kültürel kurumlarla bağlantılarını takip etmektedir. Bu kurumlar genellikle, fon ihtiyaçlarına rağmen, soykırıma karışmış şirketlerle açık ilişkilendirilmekten kaçındıkları için en zayıf halka olarak görülmektedir.

“Genocide Gentry” üç aşamalı bir strateji izlemektedir:

1.    Şehrinizin, üniversitenizin veya iş yerinizin soykırımla ilişkisini anlamak; bunun için yerel kurumların yönetim kurullarında silah şirketi yöneticilerinin bulunup bulunmadığını gösteren bir veritabanından yararlanmak. 2.    Silah şirketleriyle bağlantılı kültürel ve eğitim kurumlarını tespit etmek. 3.    Yönetim kurulu ve bağışçı kayıtlarını inceleyerek, yerel kurumlarla savaş ağları arasındaki doğrudan bağları ortaya çıkarmak.

İlginç bir örnek olarak: Kathy Warden, Northrop Grumman şirketinin CEO’su ve aynı zamanda “Catalyst” adlı küresel kâr amacı gütmeyen bir kuruluşun yönetim kurulu üyesidir. “Catalyst,” kadın dostu iş yerleri inşa etmeyi amaçladığını iddia eden bir kurumdur. Ancak BM Kadın Birimi (UN Women), Gazze’de Northrop Grumman tarafından üretilen silahlarla en az 28.000 kadın ve kız çocuğunun öldürüldüğünü tahmin etmekte ve savaşın körüklediği açlık nedeniyle bir milyondan fazla kadın ve kız çocuğunun hayati tehlike altında olduğunu bildirmektedir. İşte bu, “Catalyst”in ve kadın haklarını savunduğu iddia edilen sloganının gerçek yüzüdür.
Bu strateji bazı somut sonuçlar doğurmuştur. 2024 yılının başlarında, aktivistler Austin’de düzenlenen “South by Southwest” (SXSW) müzik festivaline katılan sanatçılara baskı yapmaya başladı. Mart ayında sanatçı Ella Williams (Squirrel Flower), festivalin savunma sanayi sponsorluğu nedeniyle etkinlikten çekildiğini duyurdu. Instagram’da şu ifadeyi paylaştı: “SXSW, Raytheon’un yan kuruluşları da dâhil olmak üzere savunma sanayi şirketlerine ve ana sponsoru olan ABD ordusuna platform sağlıyor. Raytheon gibi soykırımdan kâr edenler, vergilerimizle finanse edilen silahları İsrail ordusuna sağlıyor. Bir müzik festivali savaş tacirlerini içermemelidir. Bu suça ortak olmayı reddediyor, sanatımı ve emeğimi geri çekiyorum.” Bu kararı onu izleyen 79 sanatçı daha aldı ve festivali boykot etti. Haziran 2024’te, festival yönetimi ABD ordusu ve Raytheon (RTX) ile olan ilişkilerini sonlandırdığını açıkladı.
Soykırım sürerken açıkça görülmektedir ki, Filistin’in süregelen işgalinden kaynaklanan kârlarını koruma konusunda büyük yatırımcıların çıkarları derindir. Manzara karanlık ve çirkindir, ancak artık Filistin’in Siyonist işgali altındaki sefaletini ve Filistinlilere yönelik muameleyi ortaya koyan Albanese raporu gibi yeterli kanıtlar bulunmaktadır. Ayrıca, şirketlerin ve teknolojilerinin Filistinlileri baskı altına almak için nasıl kullanıldığını ve bu uygulamaların küresel ölçekte yaygınlaştırılmaya devam ettiğini gösteren inkâr edilemez kanıtlar da mevcuttur.
Bu kanıtlar, uluslararası kurumlar, mahkemeler ve kamuoyu tarafından eyleme geçilmesini gerektirmektedir. Artık sessizlik bir seçenek değil.

Herkes özgür olana dek bizler de özgür değiliz.

Ubai Al-Aboudi, Ramallah, Filistin’deki Bisan Araştırma ve Kalkınma Merkezi’nin direktörüdür; kalkınma meseleleri ve Filistin hakları alanında tanınmış bir araştırma aktivistidir.


Vijay Prashad, Hintli tarihçi ve gazetecidir; Tricontinental Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü direktörü ve LeftWord Books yayınevinin genel yayın yönetmenidir.

Available in
ArabicEnglishSpanishGermanFrenchItalian (Standard)TurkishBengaliRussian
Authors
Vijay Prashad and Ubai Al-aboudi
Translators
Kürşad Sönmez and ProZ Pro Bono
Date
17.11.2025
Source
Al SifrOriginal article🔗
Palestine Savaş & Barış
Privacy PolicyManage CookiesContribution SettingsJobs
Site and identity: Common Knowledge & Robbie Blundell